“Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredersin!”
Friedrich Nietzsche
Kaygı, modern yaşamın yeni yöneticisi! En ilginç özelliği ise onu beslediğimiz kadar büyüyebilmesi ancak bunu bile bile sürekli onu beslemeye devam etmemiz. Nereden nasıl başladı, ilk oku kim fırlattı bilinmez ama biz ne zaman doğadan uzaklaştık; o zaman beden ve ruh olarak kaçınılmaz bir dönüşüme uğradık. Doğal olmayan duygu ve düşünce kalıpları gelişti. Kaygı, apaçık bunların başında gelenlerden. Öyle ya, doğada kaygılı bir ceylana rastlamak mümkün değildir. Ceylan aslanı görünce korku hisseder ve kaçar. Kaçtıktan bir süre sonra ise aslan kaygısı taşımaz, yaşamına keyifle geri döner, ta ki yeniden gerçek bir tehditle karşılaşana kadar. Modern insandaki bu “dönüşmüş” kaygı yapısı artık gerçek tehditlere değil, gerçek ve gerçek dışı her uyarana tepki vermek; yerine göre hayali uyaranlar yaratmak üzerine evrilmiş ve sağlıksızlaşmıştır.
Reiki –yaşam enerjisi- yaklaşımı bu tür “öz”de olmayan, yanlış enerji akışlarının yerleşik etkilerini blokaj olarak tanımlar. Bu blokajlar geçmiş hayatımızda biriktirdiğimiz anılar, çocukluk dönemimizde geliştirdiğimiz kalıplar, yaşadığımız travmatik olaylar sonucunda yüzleşemediğimiz ve sıkıştırdığımız enerji akışları nedeniyle oluşmuş olabilir. Gündelik hayat içinde de bu tatsız anılarla yüzleşmek işlevsiz olacağından bunları “sümen altı” etmek en kolayıdır ve bir süre sonra da hatırlamaz oluruz. Ancak bu blokajlar hatırlanmasa bile bizim yaşam enerjimizden çalmaya devam ederler var olabilmek için. Reiki; bu noktada bu blokajları önce yeniden keşfetmeye, sonra da onlarla yüzleşip bağımızı keserek şifalanmamızı sağlar.
Hepimizin görünen ve görünmeyen yönleri, yetenekleri vardır. Yaşam öykümüz içinde bunları keşfederiz ve geliştiririz. Korku, bu noktada tüm canlılarda “ölümlü” olmanın getirdiği “hayatta kalma” duygusudur. Korkunun tetikleyicisi tehdittir ve tehditin büyüklüğüne göre korkunun şiddeti değişir. Korku anında refleksler devreye girer ve bin yıllardır hayatta kalmayı becermiş bir tür olan bizlerin genlerinde aktardığı ilkel yaşamsal fonksiyonları devreye alır. Kaç, saklan ya da savaş gibi basit ama yaşamsal komutlar ile bizi atalarımızın hayatta kalma bilgisini uygulamaya zorlar. Korku bu yönüyle son derece önemli bir yaşamsal fonksiyondur. Korku esnasında bir dizi kimyasal uyarıcı devreye girer ve olabilecek en hızlı biçimde bizi “tehdit” içinden çıkaracak bedensel değişimleri başlatır. Adrenalin, dopamin gibi hormonların ateşlemesiyle duyular hassaslaşır, hareketi sağlayan kaslar hızlanır ve kuvvetlenir, nefes alış verişi artar ve beden kaçmaya ya da savaşmaya hazır hale gelir. Korkunun en önemli özelliği ise tehdit anında ortaya çıkması ve tehdit ortadan kalktığında bir biçimde bitmesidir. Tüm bu hızlı süreçler ise en karmaşık ve gizemli organımız beyin tarafından yönetilir.
Kaygı ise –henüz tehdit oluşmamışken- olası kötü senaryoların gerçekleşme ihtimaline karşı duyulan tasalanma halidir. Diğer bir deyişle korkuya duyulan korkudur. Tehditi oluşturacak işaretlerin fark edilmesi veya normal akışın dışında bilinmeyen bir uyarıyla karşılaşılması gibi durumlarda geçici bir kaygı hissetmek olağandır ancak kaygı normalden daha uzun sürelerde devam ediyorsa sürekli bir hal almaya başlayabilir. Kişi artık herhangi bir uyaran olmaksızın hep tetikte hissedebilir, hatta normalde güvende hissettiği yerlerde artık güvensiz ve alarm halinde olabilir. Böylesi bir kaygı, doğal yaşamdan koparak “modern” yaşam içinde hayatını sürdürüen insanın bir anlamda yanılsamasıdır. Adrenalin bağımlısı kişilerin sürekli çıtayı yükselten aktivitelere ihtiyaç duyması gibi biz de sürekli artan adrenalin, dopamin seviyemizle “korku” dışavurumlarımızı bilinçaltımızda bir nedene bağlamak isteriz.
Kontrol bu noktada devreye girer ve kontrolü yitiriyor olma ihtimali beyinde bir dizi kötü senaryonun canlanmasına neden olarak kaygının fitilini ateşler. Korku kadar yoğun (ve tabii ki gerçek) olmayan kaygı ise çoğunlukla sosyal maskemizin altında dizginlenebilen bir rahatsızlık, huzursuzluk olarak kendini hissettirir. Bu yanılsama içinde “kontrol dışı” olma hali kaygıyı, kaygı da kontrol ötesi baskılamalara ya da zorlanmalara girmemize neden olur. Oysa kontrol ancak buna yetkimiz ve ihtiyacımız olan alanlarda gösterebileceğimiz bir organizasyondur ve düşünüldüğü kadar katı değildir. Gerçek ve sağlıklı bir kontrol esnek bir yapıda, süreçle uyumlu ve keyifli olmalıdır. Katı, zorlayıcı veya baskılayıcı bir kontrol yapısı sürdürülebilir olmadığından çoğunlukla kaygıyı besler ve bizi –bir tehdit altında olmamamıza rağmen- öfkeli davranışlara (savaş!), ortamı terk etmeye (kaç!) ya da sessiz bir tepkisizliğe (saklan!) yöneltebilir. Benzer biçimde fazla kontrollü tutumlar aşırı kontrolsüz patlamalara (bazen uyarıcı madde eşliğinde) ya da kontrolsüzlük hissi aşırı telafi davranışlarına neden olabilir ve sıkışan enerji bir şekilde dışarı atılmaya çalışılır.
Peki nasıl çıkabiliriz bu döngüden?
Reiki, yaşam enerjimizdeki yanlış akışları fark etmemize ve doğru çalışmalarla bu akışları şifalandırmamıza olanak sağlayan bir uzakdoğu öğretisidir. Yaşamımızda doğadan uzaklaştıkça, enerji akışımız da buna paralel olarak değişim gösterir. Reiki burada kendi gerçek doğamızı bulmamıza yardımcı olmak için bize ışık tutar. Blokajları farkettiğimiz çözümleme çalışmaları ve enerji akışımızı düzenlediğimiz tamamlayıcı çalışmalarla yeni bir farkındalık düzeyi yaratmaya çalışırız. Burada temel aldığımız yer yine “doğa”dır. Tıpkı doğa gibi “hem bizim, hem bütünün en yüksek hayrına” diyerek başlarız. Bu yaklaşım bizim özümüzü keşfetme, süreçleri doğru değerlendirme, kaygı illüzyonunu aşma gibi ihtiyaçlarımıza yol göstermek için ilk basamaktır.
Her zaman parçanın bütüne; bütünün de parçaya ihtiyacı vardır. Bu akış ne kadar sağlıklı sağlanırsa, yaşamın kalitesi o ölçüde artar. Bunun için de yanlış akışları (blokajları) temizlemek; yeni bir farkındalık düzeyine geçmek gereklidir.
Şimdi kontrol etmen gerekmeyen veya kontrol edemeyeceğin her şeyi bir kenara bırak! Kaygının kaynağını bul ve sabırla şifalandır! Korkmaktan korkma ve yaşamında yeni bir sayfa aç!
Sevgi ve huzurla.
Kasım 2018
karmikkoala
0 Yorum