2015 YILINDAN BİR SÖYLEŞİ
“elbet acı duyar tomurcuklar açarken,
acı duyar büyürken her şey zorlanır”
Karin Boye
Kesmeşeker/Cenk Taner 25 yıldır müzik piyasasında ayakta duruyor. İlk zamanlar kasetten, sonrasında CD’den yükselen notalarıyla, acı duyduğum her değişim basamağında avutarak yanımda durdu. Cenk Taner’in deyişiyle “uçsuz bucaksız azınlık” olan, “kaç değil kim?” sorusuna karşılık gelen dinleyicilerinin hayatlarına ürettikleriyle şahitlik etti bu grup. Gerek Kesmeşeker albümleri, gerek solo albümleriyle çizgisini değiştirmeden hayatımızda kalan, Cenk Taner ile Ankara Route’da konser öncesi ‘değişim’ hakkında konuştuk. Çeyrek asırda onun için neler değişti, neler aynı kaldı, neleri korumakta zorlandı bir bakalım.
25 yıl, 7 Kesmeşeker albümü, 2 solo albüm… “Doğdum Ben Memlekete” yedi yıl aradan sonra yaptığınız ilk Kesmeşeker albümüydü. 11 yıl aradan sonra ise “Yoldan Çıkmış Şarkılar” adıyla solo albüm geldi. “Andıran Otu” sonrasında “Özgür Olduğunda Marmara” kitabın çıktı. Kısaca sessiz geçen yedi yılın ardından arka arkaya iki albüm, bir kitap ortaya çıktı. Bu aranın özel bir nedeni var mı?
Ekipler yıllarla değişse de Kesmeşeker olarak 1990’da çalmaya başladık. Bununla beraber İzin Vermedi Yalnızlık solo albümünü 2000’de çıkardım ve yeni bir dönem başladı, çünkü bu albümü alanların içinde Kesmeşeker dinlemeyenler de vardı. 2004’te Kum albümü çıktı, akabinde Andıran Otu kitabı geldi. Albümlerimiz de söz ağırlıklıdır, şarkılar sayfalarca A4’tür. Tüm bunların ardından şarj olmak için biraz zaman gerekti. Mazeret ülkemizde en kolay üretilen şeydir ama ben bir mazeret sunmuyorum; zira biz 2005’ten beri çalmaya devam ettik. 2011’de de 20. yılımız adına Kesmeşeker olarak konserlerimizi yaptık ve bunu bir albümle taçlandıralım dedik. Ama Herakleitos’un da dediği gibi aynı nehirde iki kez yıkanılmaz. Eski ekibi tekrar topladık, albümümüzü de yaptık ancak farklı yaşanmışlıkların getirdikleriyle ben yine solo albüme yöneldim. Yeni bir ekip olduk ve “Doğdum Ben Memlekete” albümünü yaptık.
Şarkılar yetmediği zaman mı kitap geliyor yoksa kitabın ulaşamadığı kitleyi mi müzik yakalıyor? İkisi de birbirinden ayrı mecralar…
Biri dinlenen, diğeri okunan yapılar; farklı mecralar tabi. Kitaplar bilinç akışı tekniğine dayanıyor. Biraz daha anlaşılması zor metinler. Albümlerde şarkı formatı olduğu için daha kolay anlaşılabiliyor, orada bir kent ozanlığı var. Kitap daha çıplak, onun müziğini ancak okuyan kendi kafasında kurabilir. Farklı yapılar ama aynılar aslında, “şu farklı ama aynı yollarda…” gibi.
Değişimden konuşacaksak “Metin Kurt Yalnızlığı” parçasının altını çizmekte yarar var. Milli takımda oynayan sosyalist bir futbolcu Metin Kurt, taraflı tarafsız herkesin sevgisini kazanan sembol bir isim. Türkiye’de ilk futbolcu grevini de örgütleyen isim. Değişim getiren, bir ilke imza atan böylesi bir karakteri genç kuşağa tanıtmak adına önemli bir şarkı yaptınız. Nasıl çıktı bu şarkı?
Metin Kurt, Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikası’nın kurucusudur. Galatasaray 1976’da Türkiye Kupası’nda finale çıkma primini belirliyor. Ancak takım finale adını yazdırmasına rağmen ödeme yapılmıyor. Bunun üzerine Metin Kurt’un örgütlemesiyle takım antrenmana çıkmıyor. Türkiye’nin ilk futbolcu grevini örgütlüyor. Aslında Metin Ağabey benim bilinçaltıma çocukluğumda girmiş, bir şarkıda da çıkıverdi. Yapı itibariyle biraz sert de bir mizacı vardı. Biz de ilk şarkıyı dinlettiğimizde çekiniyorduk. “Ben de sizi araştırdım, siz hakkımda şarkı yapabilirsiniz” dedi. En büyük şansımız şarkıyı Metin Ağabey hayattayken yapmış olmamız, kendisi de bu konuda sevindiğini her zaman söyledi. Dolayısıyla onu tanımayan birçok gençle buluşmuş oldu. Çünkü yaptığı işler itibariyle unutturulmaya çalışılmış, bir yandan da çok iyi oynadığı için Milli Takım ve Galatasaray’ın vazgeçemediği bir futbolcu. Şarkıdan sonra bile görmezden gelen çok oldu ama ne zaman vefat etti, ondan sonra bütün gazetelerde kıymete bindi.
Müzik sektörü değişimlerden en kolay etkilenen sektörlerden biri… Sosyal medyanın gelişiyle sektördeki yönelimler de değişti. Siz bu akışa nasıl uyum sağladınız?
Bildiğimiz işi yapmaya devam ettik. Oscar Wilde’ın bir sözü vardır, “moda olan demode olur”. Biz hiç moda olmadık ki, ilk albümümüzün adı gibi “Dipten ve Derinden” olduk. Bilen bildi, bulan buldu. İlk zamanlar sadece afişi görenler konsere gelirdi, fısıltı gazetesi çalışıyordu. Daha sonra sosyal medyanın bize olumlu etkisi oldu. Bizi dinleyenler birbirini keşfetti, tanıştı ve “uçsuz bucaksız azınlık” dediğimiz topluluklar oluştu. İstanbul, Ankara, İzmir dışında da hangi şehre gidersek gidelim her yerde dinleyicilerimiz var ve bütün şarkıları biliyorlar. Gazeteci arkadaşlarımdan biri “Biz bu kadar konser izledik böylesini görmedik, 27 şarkının hepsini mi herkes baştan aşağı söyler!” dedi. Cenk Taner/Kesmeşeker dinleyenler Uşaklı olsun Trabzonlu olsun birbirleriyle bir araya gelip muhabbet edebileceğini biliyor.
Anlıyorum ki bu değişimler sırasında siz uyum göstermek zorunda kalmadan, yenilikleri yanınıza alarak yürüdünüz. Bu bağlamda da Türk Rock müziğindeki söz ve sound değişimleri de sizi fazla etkilememiş.
Hayır, çünkü bizim şöyle söz yazalım, şu sound moda oldu ondan da yapalım gibi bir durumumuz yok. Bilakis bizi dinleyerek büyümüş arkadaşlar yeni gruplar kuruyor, “Yeni Kadıköy Sound” diye bir akım çıkmış. Bu bayrak yarışıdır, dürüst olan kazanır. Yoksa 90’larda bir sürü popçu vardı, şimdi kaç tanesi kaldı? Zaman büyük bir elektir, 100 kişi başlar 10 kişi kalır. Biraz da arıza gerektiren işler bunlar işin doğrusu. Arızalı bir insan olmasan bu kadar bedel ödeyeceğin işe kalkışmazsın.
Kesmeşeker’de Kadıköy ruhu, amatör ruhu koruma çabası ve senin “Kaptan” lakabın değişmedi. Başka neler aynı kaldı ve neler değişti?
“Değiştim Ben Sevgilim” şarkımız gibi tüm bunlar değişmeyen bir adamın hikâyesi. Her şey değişmiş görünür ama aynı kalır. Evrilir en fazla… O aynılıktır biraz da evreni döndüren. Evren değişiyor derler ama milyon yıldır dört mevsim, filler, kediler var. İnsanlar teknolojiyle değiştiklerini sanıyorlar ama ilişkiler değişmiyor. Bin yıl önce de aşk aşktı, öfke öfkeydi. Beni Etiler’in arasına koy, orda da bana trip atacak bir kadın çıkar. Barışlar, savaşlar hep vardı. Teknoloji değiştiriyor sanıyorlar ama sadece esir alıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir sözü var “Ne kadar çok olanak; o kadar çok olanaksızlık demek”. Şimdi grupların da kaderi bu… Facebook’a klibi koyuyor ama şu devirde birine beş dakika bir şey seyrettirmek mesele çünkü binlerce seçenek var.
Çocuk başlı başına hayat rutinini farklılaştıran bir olguyken senin ikizlerin var, onlar hayatını nasıl değiştirdi?
Değiştirmedi aslında, eskiden beri var olan 24 saati sen daha iyi kullanmayı öğreniyorsun; zaman aralığına sızmayı öğreniyorsun. Şimdi iki saat boşluğum varsa hemen gitarı elime alıyorum, eskiden o kadar atak değildim. Her şekilde çalışıldığını anlıyorsun, o senin niyetine bağlı. Müzik, yazarlık, şairlik de budur: Zamanı kullanmayı öğrenmek. Doğa da bunu yapıyor, kediler de… Doğayla uyumlu hale gelmeyi öğreniyorsun. Şikâyet edecek ya da abartacak bir durum yok, her şey olduğu ve olması gerektiği gibi.
Söyleşi: Didem Akan
KESMEŞEKER 30
Cenk Taner ‘Kaptan’lığında 1990 yılında kurulan Kesmeşeker, ilk albümü ‘Dipten ve Derinden ile başlayan serüvenine 30. yılında verdiği konserlerle devam ediyor.
30 yıllık müzik yaşamına ‘Dipten ve Derinden’ devam eden Kesmeşeker, Dipten ve Derinden (1991), Aşk ve Para (1993), Tut Beni Düşmeden (1995), İnsülin (1998), İçinde İçindekiler Vardır (1999), Cenk Taner’in ilk solo albümü İzin Vermedi Yalnızlık (2000), Kum (2004), Doğdum Ben Memlekette (2011) albümlerinin ardından Cenk Taner’in ikinci solo albümü ‘Yoldan Çıkmış Şarkılar’ 2013’te, son Kesmeşeker albümü Kadıköy ise 2017 sonunda Ada Müzik etiketiyle yayınlanmıştı.
Kaptan’a bas gitarda Demirhan Baylan, vurmalı çalgılarda Gökhan Özcan ve elektrik gitarda Onur Sanverdi eşlik ediyor.
“Kesmeşeker dinleyicisidir ki ‘uçsuz bucaksız azınlık’tır; onlar ‘kaç’ değil ‘kim’dir…”
0 Yorum