Kapağa özellikle Leonardo’nun Vitruvius adamını koydum çünkü ben aslında bir mimarım ama şimdi spiritüel danışmanlık yapıyorum. Peki, ne oldu da gözüyle görmediği, eliyle tutamadığı, bilimsel olarak kanıtlanmamış hiçbir şeye inanmayan ben, şantiyelerde koştururken bir anda kendimi gözle görülemeyeni ararken buldum? Ailem benim için çok endişeli. Kariyerimi heba edip kendimi deli saçması işlere verdiğimi düşünüyorlar.

Geçenlerde “Birleşik Evren” adında bir film izledim. Orijinal ismi “The Connected Universe” olan film, Nassim Haramein adlı bir fizikçinin fizik, matematik, geometri, kozmoloji, kuantum mekaniği, biyoloji, kimya, antropoloji ve kadim uygarlıklar arasındaki bağlantılar üzerinde çalıştığı 30 yıllık serüvenini ve aslında herşeyin bir ve bağlantılı olduğu sonucuna ulaşmasını anlatıyor.

Bunlar güzel gelişmeler. Biz insanlar son birkaç yüzyıldır her şeyi parçalara ayırdık. Matematik, fizik, kimya, biyoloji… Fiziği bile kendi içinde ayırdık, büyük cisimler için Newton mekaniği, atom altı parçalar için kuantum mekaniği. Oysa evrende böyle bir şey yok ki! Bütün sistemler bir arada işliyor. Ayrıca önemli başka bir sınıflandırma daha yaptık: anlayabildiğimiz şeyleri bilim, anlayamadıklarımızı din, ruhsallık, vb. kategorilere soktuk. Bence artık bu hayali sınırların kalkma vakti geldi. Öyle ya, kuantum fiziği de “Her şey birdir” diyor, New Age de. Nikola Tesla ne demiş: “Evreni anlamak istiyorsanız, enerji, frekans ve titreşim kavramlarıyla düşünün.” Ne kadar New Age görünüyor değil mi?

Şu anda Dünyada pek çok farklı düşüncenin birbiriyle çatıştığı bir dönemden geçiyoruz ama benim özellikle irdelemek istediğim bir konu var. Dediğim gibi, son derece pozitivist bir şekilde yetiştirildim ve benim için görülmeyen, elle tutulamayan, varlığı kanıtlanmayan hiçbir şey gerçek olamazdı… Ama elektriği de elle tutamıyoruz değil mi? Dalga geçerdim spiritüel çalışmalar yapan insanlarla, “Bırakın bunları!” diye. Aynı tavırla şimdi de çok karşılaşıyorum. Bilmeden, araştırmadan reddetmek… Üstelik bunu daha çok tahsil seviyesi yüksek, “bilimsel” düşünce taraftarı insanlar yapabiliyor.

Benim bakış açımdan fizik ve metafizik diye bir ayrım yok. Bana göre evrenin dili matematikle yazılmıştır. Ama biz henüz her şeyi keşfetmedik. İş bu henüz keşfetmediğimiz konulara gelince, insanların tepkisi çoğunlukla korkmak ya da alay etmek şeklinde oluyor. Dinsel inancı kuvvetli olan insanlar genelde korkuyor, o çok kuvvetli günah işleme duygusu var ya, DNA’mıza kazınmış olan… Diğer bakış açısına sahip insanlar da genelde ciddiye almama, alay etme tepkisi veriyorlar. İnsanlar değişimi zor kabullenir, bilimsel düşünceyle yetiştirilmiş olsalar bile. Yıllarca doğru bildikleri şeyin değişmesi onları korkutur.

Bir yazı okumuştum, sanırım bir psikolog veya psikiyatr tarafından yazılmıştı ve modern tıbbın dışındaki tüm iyileştirme yöntemlerini yerden yere vuruyor, şarlatanlıkla suçluyordu. Bence bu da bir tür bağnazlık… Tek farkı bilimsellik kisvesinin altına gizlenmiş olması.

Ben artık şuna inanıyorum, birşeyin henüz keşfedilmemiş olması, genelgeçer literatüre girmemiş olması, onun var olmadığı, gerçek olmadığı veya işe yaramayacağı anlamına gelmez. Mesela gama ışınları, biz onları keşfetmeden önce de vardı. 200 yıl önce, dünyanın en gelişmiş ülkesinde sokaktaki bir insana, basit bir elektronik hesap makinesinden söz etseydik, aynı tepkiyle karşılaşmaz mıydık? Hatta az daha geriye gidersek büyücü diye yakılma ihtimalimiz yüksekti.

Bugün hayatımızda olmazsa olmaz dediğimiz internet ağının, cep telefonunun bile ne kadar yeni olduğunun farkında mısınız? Demem o ki daha bilimin keşfetmediği çok şey var. Bugün bizim için çok sıradan olan teknoloji, 500 yıl önceki insanlara sihir gibi gelirdi. Dolayısıyla bugün bilim dışı diye değerlendirdiğimiz şeyler, kısa süre sonra çok sıradan şeyler haline gelebilir. Ve dikkat edin, özellikle kuantum fiziğindeki keşifler, bizi her geçen gün kadim bilgilere daha çok yaklaştırıyor.

Evet, hepimiz hala üçüncü boyutta yaşıyoruz ve üçüncü boyutun yasaları bizi bir şekilde sınırlıyor ama bir ayağımız da dördüncü beşinci boyutlarda. Ama bir yandan yeni boyutları keşfediyoruz, en azından teorik olarak ve hepimizin şu anda tam anlamadığımız ama kullanıma açık yeteneklerimiz var. Beynimizin neler yapabileceği yeni yeni keşfediliyor. Hani hep şu örneği verirler ya, bir arabayı sürmek için motorun nasıl çalıştığını bilmek gerekmez diye. Ateşi de binlerce yıl mekanizmayı bilmeden kullanmadık mı?

İnsanların anlamadıkları şeyleri “bu bilimsel değil” diye reddetmeleri beni bir yandan üzüyor, diğer yandan da aslında onları çok iyi anlıyorum çünkü farklı gerçekliklerin olabileceğini idrak etmek benim için de kolay olmadı. İnsan ayaklarının altındaki zeminin kaydığını hissediyor. Bütün düşünce sisteminizi bir anda değiştirmek hiç kolay değil. Yine de çok hızlı bir dönüşüm olduğunu görüyorum. Dört beş yıl öncesine kadar spiritüel çalışmalar yaptığımı arkadaşlarıma söylemeye çekinirdim, benimle alay ederler, hakkımda ne düşünürler diye. Şimdi insanlar çok daha açık ve merak ediyorlar.

Einstein’ın dediği gibi, her ne kadar önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zor olsa da, inanıyorum ki biz önyargıları parçalama yolunda giderek hızlanıyoruz. Özetle şunu söylemek istiyorum. Bilim henüz keşfettiklerimizden ibaret değil. Ve bence keşfettiklerimiz buzdağının sadece su yüzünde kalan parçası. Dolayısıyla bir şeyi “bu bilimsel” veya “bu bilimsel değil” diye değerlendirirken, bir kez daha düşünmekte fayda var.

Bu yazıyı 20. Yüzyılın üç önemli bilim adamının sözleriyle bitirmek istiyorum:

Atom fiziğinde yapılan keşiflerin gösterdiği, insanlığın kavrayış seviyesiyle ilgili genel fikirler, aslında tamamen alışılmadık, duyulmadık veya yeni değildir. Bizim kendi kültürümüzde bile bunların bir yeri olmakla birlikte, Budist ve Hindu geleneğinde çok daha merkezi bir yere sahiptir. – J. Robert Oppenheimer (1954)

Atomik teoriyle ilişkili olarak Buda ve Lao Tzu gibi düşünürlerin çok önce karşı karşıya kaldıkları epistemolojik sorunları yeniden ele almamız gereklidir. – Niels Bohr (1958)

Son savaştan beri teorik fizik alanında Japonya’dan gelen büyük bilimsel katkı, Uzak Doğu geleneğindeki felsefi düşüncelerle kuantum teorisinin felsefi esası arasındaki ilişkinin göstergesi olabilir. – Werner Heisenberg (1958)

Bilimle kalın!

Göksu GÜNAY ÖĞÜT

www.studyoomni.com

[email protected]

https://www.facebook.com/St%C3%BCdyo-Omni-1690351101228544/

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir