Yeni hayallere ilerlemek, cazip ufuklara gözünü dikmek, heyecan kokan serüvenlere süzülmek, bir yerde tutunup kalmayı istememek. Zamanı gelince terk etmek, terk edince rahatlamak ve hemen arkasından gelen o paha biçilmeyen özgürlük duygusunu tatmak. Geçmişi olduğu yerde bırakmak, bırakırken arkaya dönüp bakmamanın rahatlatıcı ferahlığı.
Tutarlı bir şekilde vazgeçmek, hayat duruşuydu O’nun için.
“Bırakmakta zorlanmazdım yeter ki karar vereyim” derdi. “Geriye dönüp baktığımda, bıraktığım şeyi, belleğimin ötelerinde, dibinde oldukça eskimiş halde bulurdum. Sevmezdim eprimiş, yıpranmış şeyleri. Bu kadar çabuk vazgeçerek ileriye atılmadaki aceleciliğim, tıpkı bir çocuğun kaybolan oyuncağını aramasındaki heyecanlı haline benzerdi. Uzun yıllar severek oturduğum, hatta satın almaya niyetlendiğim evimden çıkmak zorunda kaldığımda, “zaten banyosu küçüktü, küveti de yoktu diye birkaç dakika da vazgeçmiştim. Daha önceki yıllarda ise, dokuz yıllık evliliğimin bitiş çizgisine yaklaştığımı hissetiğimde, yeni bir aşkın koyu kırmızı çekici karanlığına açılan kapıyı açmaya çalışırken, “hiçbir zaman beni sevmemişti, sevse bile göstermeyi bilememişti” diye bir çırpıda aşık olarak evlendiğim adama olan bitmeyecek sandığım duygularımı, ocağın altını kapatır söndürmüştüm.
Miyadını doldurmuş sevgileri, arkadaşlıkları, ilişkileri, evleri, giysileri, oyuncakları, koltukları ve alışkanlıkları bırakıp bir yenisine ilerlemekte fütursuzca, aceleci ve hoyrat davranıyordu kimilerine göre. Belki de duyguları, o an geldiğinde -yani bitiş anı-, dondurulmuş gibi hissizleşiyordu. Bitişler O’nu zerre kadar ürkütmüyor, aksine nedensiz bir şekilde umutlandırıyordu. Harabeleri görmüyor, cesetlere, enkazlara, yıkıntılara, kırıklara basarak geçiyor , ilerde ne olduğunu tam kavrayamasa da, O’nu içine çeken yeni bir bilinmezliğe masum ve inançlı adımlarla ilerliyordu.
Bırakmak, ayrılmak, eski arkadaşlıklara dur deyip bitirmek tren gibi demişti bir keresinde. İnsanoğlu hayatı boyunca sürekli, hareket halinde bir tren gibiydi O’na göre. Birçok vagonu olan bir tren, çeşitli istasyonlarda durup yolcular indiren, yolcular alan bir tren. Yoluna mütemadiyen devam eden bir tren. Makas değiştiren, yorulan makinisti izne gönderip, yeni bir makinistle yoluna devam eden bir tren gibiydi O. Durmayan. Bitiren, bırakan, terkeden, uzaklaşan. Bunları yaptığında yoğun bir özgürlük duygusunun sarhoşluğunda mest olup göğün yedi kat üstüne çıkıyordu. Yirmi beş yıllık dostluğunun tıkandığını, kendini tekrarladığını, yenileyemediğini gördüğünde de zamanı geldi derken, gözlerinde hınzır ama aynı zamanda haşin parıltılar vardı. “Ben ilerliyorum ve zaman zaman yeni arkadaşlıklar, yeni insanlar biniyor vagonlarıma; bazen de inmek istiyorlar onlara engel olmuyorum. Bırakıyorum Onları diyordu”.
Dün’ü bırakmasındaki tutku dolu isteğin nedeni, ne bulacağını bilmediği Yarın’a inanmasında yatıyordu. Bomboş bir beyaz kağıt gibi belirsiz olan yarın; herbiri onyıllara yayılan anılardan, sıcak şaraplı dostluklardan, omzunda gecelerce ağlanmış sevgililerden, yıpranarak eskimiş, sevimli eşyalardan, nostaljik müziklerden, kenarları sararmış fotoğraf albümlerinden daha cazip geliyordu. Bitmek bilmeyen iyimserlik miydi O’nu yarınlara sınırsız inanç ve enerjiyle hazırlayan, yoksa herşeyden çabuk sıkılan maymun iştahı mıydı, kendine yeni amaçlar ve oyunlar yarattıran. Arsız bir utanmazlıkla elinin tersiyle ittiği yaşanmış onca hayattan ve hayatına aldığı insanlardan, üzerinde zaman harcanıp anlam kazandırılacak hikayelere ve yeni kahramanlara geçişi buzda kaymak gibiydi. Hızlı, çabuk ve soğuk.
Tutkuyla yarınlara sarılışında, dün’ün eskiliği ve eskinin artık denenmiş ve cazibesini yitirmiş bir sevgili gibi olması yatıyordu belki de. Her yeni cazip olmasa da, bunu bilse de, bırakmalara, terketmelere, unutmalara dayanamıyordu, daha doğrusu pek de aldırmıyordu. Tren, istasyon da şefin kalkış düdüğünü duyar duymaz kalkıyordu. Bilinmeze giden bir trende olmak ruhunu sağaltıyor, hayal gücünü besliyor, umutlarını diri tutuyordu. Kendini içinde bulunduğu durumlara, yakınındaki insanlara sabit kılacak sicim, halat, paket ipi ne varsa kopartıyor ve ayak izlerini ardında bırakarak, hayatında yeni bir bölüm açmak için yola çıkıyordu. Hiçbir istasyonda kalmıyor, kalmak istemiyordu. Geçmişi kendisiyle beraber taşımamaya özenirken , ruh ve ayak bağı olacağı korkusuyla bagaj almıyordu yanına.
Bırakmak yarın, yarın umut demekti. Bitirmelerdeki korkusuzluğu, başlamalardaki cesaretine eşitti.
Harika Dural
0 Yorum